Filistinli kadınlar 'acıma' değil adalet istiyor

  • kadın
  • 09:02 22 Kasım 2025
  • |
MÛŞ - Gazze’de iki yıldır direnen kadınlardan Haneen Ashour, “Küresel çapta verilen eşitlik ve medeni hak mücadelesine Filistinli kadınlar, 'savaşta ve toplumsal yapının tamamen çöküşünde hayatta kalma' boyutunu ekledi. Kadının gücü yeniden tanımlandı” dedi. 
 
İsrail’in 8 Ekim 2023 tarihinde saldırı başlattığı Gazze Şeridi’nde, ABD öncülüğünde 10 Ekim'de devreye giren ateşkes ve rehine anlaşmasına rağmen şiddet ve saldırılar tırmandı. Gazze'deki hükümete bağlı Medya Ofisi’nin yayımladığı açıklamada, pek çok Filistinli aileden haber alınamadığı kaydedilirken, ateşkesin başladığı 10 Ekim’den bu yana İsrail’in yaklaşık 400 kez ateşkesi ihlal ettiği, bu ihlallerde 300’ü aşkın Filistinlinin yaşamını yitirdiği ve yüzlercesinin de yaralandığı aktarıldı.
 
Birleşmiş Milletlere (BM) göre, sadece Ekim ayında Batı Şeria’da 260’dan fazla şiddet olayı yaşandı. Bunun, verilerin toplanmaya başladığı 2006 yılından bu yana görülen en yüksek aylık sayı olduğuna dikkat çekildi. İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün (HRW) "Tüm Hayallerim Silindi" başlıklı raporuna göre, 32 bin Filistinli yerinden edilmiş durumda. HRW'nin uydu görüntüleri üzerinde yaptığı analiz, askeri operasyonların başlamasından bu yana 850 binanın yıkıldığını gösterdi. Birleşmiş Milletler Yakın Doğu’daki Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansı (UNRWA) ve ortak kuruluşların verilerine göre, yaklaşık 282’den fazla konut, iki yılı aşkın süredir devam eden saldırılarla ya tamamen yıkıldı ya da ciddi ölçüde zarar gördü.
 
Gazze Sağlık Bakanlığı verilerine göre, 8 Ekim 2023'te başlatılan ve hala sürdürülen saldırılarda 20 bin 179'u çocuk, 10 bin 427’si ise kadın olmak üzere 68 bin 531 kişi katledildi. 170 bin 402 kişi de yaralandı. Gazze Sivil Savunma Kurumu’nun açıkladığı verilere göre, sadece bu yıl Ağustos-Eylül ayları arasında 450 bin Filistinli, Gazze Şehri'nden, Şeridin güney kesimine göç ettirildi. Tüm dünyanın gözleri önünde gerçekleşen saldırılar dolayısıyla nüfusunun büyük çoğunluğu kenti terk etmek zorunda kalan Gazellilerin bir kısmı hala kentte yaşam mücadelesi veriyor. 
 
SAVAŞ ATAERKİYİ BESLİYOR
 
Tarih boyunca kadınların bedenleri ise, ataerkil sistem tarafından kontrol edilmiş ve şiddete maruz bırakılmıştır. Bu durumun en yaygın yaşandığı zamanlar ise savaşlar olmuştur.  Filistinli kadınlardan oluşan ve kadın hakları üzerine çalışan Miftah grubu, yaptığı bir açıklamada “İşgal erkekler tarafından yaratılır, erkekler tarafından yönetilir ve büyük ölçüde erkekler tarafından sürdürülür” noktasına dikkat çekmişti. Savaş sürecinde bir yandan yıkımın yükünü sırtlayan kadınlar, savaş koşullarının yarattığı eşitsizlikle de mücadele ediyor. Bu yıl da 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü’nü soykırım saldırılarıyla karşılayan Filistin’deki kadınlar, bir yandan yerle bir edilmiş kentlerinde bir yandan da gündelik hayatlarını sürdürürken ekonomik, psikolojik pek çok şiddet türünü derinden yaşıyor. 
 
İsrail’in süren saldırıları nedeniyle defalarca yerinden edilen kadınlardan biri de 34 yaşındaki Haneen Ashour. Şuan Gazze’ye bağlı Han Yunus kentinde yaşam mücadelesi veren Haneen Ashour, ailesinden ve yakın çevresinden 27 kişiyi kaybetti. Erkek kardeşi, kardeşinin eşi ve çocukları, teyzesi ile tüm çocukları ve torunlarını yitiren Haneen Ashour, yeğeni Omer'in cenazesine ulaşamadıklarını anlattı. Haneen Ashour'un bir diğer kardeşi ise iki yıl boyunca İsrail Cezaevi'nde tutuklu kaldı. Bugün işsiz ve evsiz bir şekilde yaşam mücadelesi veren Haneen Ashour ile son iki yılda yaşadıklarını ve Filistinli kadınların verdiği mücadeleyi konuştuk. 
 
SAVAŞ BİR KADINA NE YAPAR?
 
Gazze Şeridi'ndeki kadınların son iki yıldır “modern zamanın” en ağır insani krizlerinden biriyle karşı karşıya olduğunu belirten Haneen Ashour, “Yaşanılan acıların en belirgin özellikleri şöyle özetlenebilir; tekrarlanan yerinden edilmeler, barınak kayıpları (çadır, derme çatma gecekondu vesaire) ve zorunlu göç. Bir buçuk milyondan fazla kadın, ağır bombardıman ve tonlarca patlayıcı altında, çocuklarını, belgelerini (kimlik vesaire) ve asgari düzeydeki eşyalarını da yanlarına alarak güvenlik arayışıyla evlerini defalarca kez terk etmek zorunda kaldı. Yerinden edilmeler sırasında, acı verici kayıp ve deneyimler yaşadılar. Kadınlar barınaklarda zorlu koşullarla karşı karşıya kaldı. Bunlardan biri; bu alanların tam anlamıyla mahremiyetten uzak olmasıydı. Su kıtlığı, sanitasyon (çöp toplama ve atık su bertarafı gibi hizmetler aracılığıyla hijyenik koşulların sürdürülmesi) eksikliği ve yetersiz kişisel hijyen, özellikle kadın hijyen ürünlerine ulaşamaması. Birçok kadın hem bundan hem de su eksikliğinden dolayı saçlarını kazıtmak zorunda kaldı. Hijyenik ped eksikliği yine yaşanan en büyük sorunların başında geliyordu. Aşırı kalabalık, günlük yaşamı sürekli bir mücadeleye dönüştürüyor. Güvenlik ve emniyet kaybı yaşanıyor. İkincisi; kayıplar, sürekli yas ve devam eden keder. Çok sayıda kadın eşini, oğlunu, babasını veya erkek kardeşini kaybetti. Bu tekrarlayan kayıp, kolektif bir travma yaratarak, kadınları yas, bekleme ve daha fazla kayıp korkusu döngüsüne hapsetti. Bu da kadınları psikolojik sıkıntıya ve sürekli bir kaygıya sürükleyip, güvensizlik hissine yol açtı.
 
Üçüncüsü; kadınların sorumlulukları arttı. Binlercesinin eşinin ölmesi, yaralanması veya kaybolmasıyla birlikte pek çok ailede kadınlar, ailenin geçimini sağlayan kişi, çocukların güvenliğini sağlayan kişi oldu. Hasta ve yaralıların hemşiresi, istikrarsızlıkta aile işlerini düzenleyen kişi sorumluluğuyla baş başa kaldı. Dördüncüsü; sağlık sorunları. Temiz su eksikliğinden kaynaklı hastalıklarda önemli oranda artışlar meydana geldi. Bombalı saldırılar nedeniyle, acil sağlık merkezlerinin faaliyet göstermesi ve kritik vakalar alması sonucunda annelik, doğum ve sağlık hizmetlerinin verilmesinde ciddi bir düşüş yaşandı. Doğumlar tehlikeli, sağlıksız ve güvenli olmayan koşullarda gerçekleşiyor. 5 binden fazla kadın temel bakım almadan çadırlarda doğum yaptı. Kadınlar, ilaç ve tedavi eksikliğiyle yüz yüze kaldı. Hamile ve emziren kadınlar bu sebeple çifte acı yaşadı. Beşinci ve son olarak; kadınlar psikolojik travma yaşadı. Sürekli korku, yüksek sesli patlamalar, yıkım görmek, güven kaybını arttırdı. Tüm bu faktörler, kadınların çocuklarının yanında güçlü kalmaya zorlarken, yoğun bir psikolojik baskı yaşamalarına neden oldu” diye belirtti. 
 
AİDİYET DUYGUSU 
 
Tüm koşullara rağmen kadınların topraklarına olan bağlılığa dikkat çeken Haneen Ashour, “Filistinli kadınların topraklarına olan bağlılıklarını kararlı bir şekilde sürdürmelerini sağlayan karmaşık bir değer, inanç, kültür ve tarihsel kök sistemine sahiptir. Bunlardan en önemlisi toprağa derin bir aidiyet duygusu. Çoğu kadın için Filistin sadece coğrafi bir yer değil, aynı zamanda bir hafıza, bir kimlik, derin kökler ve zengin bir tarihtir. Çocuklara ve aileye karşı sorumluluk duygusu. Birçok kişi, aileyi korumak ve anıyı gelecek nesillere aktarmak için kalmanın son savunma hattı olduğuna inanıyor. Bir diğer duygu; ayrılmanın çifte kayıp anlamına gelmesi inancıdır. Bazıları için Filistin halkının sürekli yerinden edilmesi, göç fikrini kurtuluşla değil, kayıpla ilişkilendirmiştir. Dayanıklılık (sabır, metanet) kavramı teorik bir slogan değil, Filistinli kadınların nesiller boyu aktardığı bir yaşam biçimidir. Manevi ve dini bağ da yine bazı kadınlara kalmak ve pes etmemek için güçlü bir motivasyon sağlıyor” dedi. 
 
DÜNYANIN SESSİZLİĞİ 
 
21. yüzyılda tüm dünyanın gözü önünde maruz kaldıkları soykırıma karşı uluslararası kamuoyunun sessizliğine değinen Haneen Ashour, kadınlar olarak bu sessizliği üç şekilde tanımladıklarını belirterek, ekledi: “Birincisi; acımasızca yalnızlık. Birçok kadın, uluslararası toplumun onları savaşla baş başa bıraktığını, sanki acıları görünmezmiş gibi hissettiğini düşünüyor. Diğeri, uluslararası sistemlere duyulan güven kaybı. İnsan hakları yasalarının en çok ihtiyaç duyulduğu anda uygulanmadığı ve işgalin tüm ihlallerine, kadınların, çocukların ve sivillerin öldürülmesine ve sağlık merkezleri ile hastanelerin bombalanmasına (İsrail, yasaları hiçe sayarak sistematik imhasına devam etti) rağmen uluslararası sessizliğin hüküm sürdüğü yaygın bir kanı. Üçüncüsü ise ayrımcılık hissi. Bazı kadınlar, hayatlarının dünya tarafından diğerlerinden daha az değerli görüldüğünü hissederler ve bu his derin bir psikolojik acıya yol açar. Yine de çoğu, bu sessizliğin eyleme dönüşeceğini umarak dünyaya seslenmekte ısrarcı.”
 
‘KADININ GÜCÜ YENİDEN TANIMLANDI’
 
Filistinli kadınların yerinden edilme, açlık ve bombardıman altında verdiği direnişle küresel bir sembol olduğunu dile getiren Haneen Ashour, “Kadının gücü yeniden tanımlandı. Burada ‘güç’ fiziksel değil, dayanıklılık, şefkat ve her şeye rağmen inatçı bir şekilde yaşama isteğidir. Kadınların liderlik yeteneklerinin olduğu yeniden ortaya çıktı. Gazze'de kadınlar ailelerin, insani yardım çalışmalarının ve toplumun liderleri haline geldi. Feminist mücadelenin anlamı genişledi. Küresel çapta kadın mücadeleleri genellikle eşitlik ve medeni haklara odaklanırken, Filistinli kadınlar buna ‘savaşta ve toplumsal yapının tamamen çöküşünde hayatta kalma’ boyutunu da ekledi. Dünya çapında kadınlara ilham verdi. Filistinli kadınların hikayeleri, bazı küresel feminist hareketlerde cesaret örnekleri olarak öğretilen dayanıklılığın sembolleri haline geldi” ifadelerini kullandı. 
 
25 KASIM MESAJI 
 
Haneen Ashour’un 25 Kasım mesajı ise şu oldu: “Şiddet münferit değil. Her gün yaşadığımız bir gerçek. Temel bir hak istiyoruz o da; korkusuz ve barış içinde yaşamak. Kadınlara yönelik şiddet sadece evlerimizde değil. Kuşatmada, yerinden edilmede, bombalamada, güvenlik, gıda ve ilaçtan mahrum bırakılmada da var. Acıma istemiyoruz, adalet istiyoruz. Son olarak seslerimiz zayıf değil, ama susturuluyor, onları duyurmamıza yardım edin.”
 
YARIN: Jinwar ‘kadın kentleri’ne ışık tutuyor 
 
MA / Ceylan Şahinli