DÊRSIM - Munzur Festivali’nde, “Madencilik, doğa talanı” ve “Ekolojik tahribat” başlıklı panellerde gerçekleştirilen konuşmalarda, doğa talanına karşı topyekun mücadele ve direniş mesajı verildi.
Dêrsim’de "Dêrsim yaşamdır; doğama, irademe, dilime, inancıma dokunma" şiarıyla 23’üncüsü düzenlenen Munzur Kültür ve Doğa Festivali, Sanat Sokağı’nda son gününde çeşitli etkinliklerle sürüyor. Festivalin son günü, “Madencilik, doğa talanı” başlıklı panelle başladı. Munzur Koruma Kurulu’ndan Hasan Şen’in moderatörlüğünde gerçekleştirilen panele, Munzur Çevre Derneği üyesi Hatun Esen, Emek Partisi Genel Başkan Yardımcısı Sedat Başkavak ve İstanbul Barosu İnsan Hakları Merkezi’nden Ümit Altaş konuşmacı olarak katıldı.
LICIK’TE HALA SORUMLULAR YOK
İlk olarak söz alan Ümit Altaş, 13 Şubat 2024’te Erzîngan’ın Licik (İliç) ilçesinde 9 işçinin yaşamını yitirmesine neden olan maden kazasına dair hatırlatmalarda bulundu. 9 insanın kar hırsının kurbanı olduğunu dile getiren Altaş, “Mühendis ve Mimar Odaları Birliği, ‘Burasının kendisi zaten felaket’ diyordu. Yıllardır, ‘Fırat manzaralı altın madeni olmaz’ diyordu. Adım adım gelen bir felaket oldu. Licik altın madeni kapandı, 9 insan öldü, 9 insanın ailesine yapılan ilk şey ‘kan parası’ ödemek oldu. ‘Bizler gerekli para ödeyelim, şikayetçi olmayın’ diyorlardı. İnsanlar yargılamadan sonuç alamayacakları inancıyla, ailelerin büyük bir kısmı kabul etti. 2 Eylül’de görülecek davanın 3’üncü duruşmanın takipçisi sadece 2 aile oldu. Licik halkı, ‘Bizi başka bir seçenek bırakmadılar. Bizi bir mezarlığa koydular, ya altın madeninde çalışacaksınız ya da başka şansını yok dediler’ dedi. Böyle bir felaketten sonra Licik halkı başka madenlere çalışmaya gitti. Çünkü artık başka ekonomik alan yoktu. Bu arada mahkeme süreci de devam ediyordu. Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Erzincan İl Başkanlığı, ‘Altın madeni gerekli önlemleri alarak, daha sıkı denetim koşullarında açılabilir. Çünkü Erzîngan’da işsizlik problemi var’ açıklaması yaptı. Arkasından da çeşitli haber sitelerinde altın madeni açılsın şekilde haberler yapıldı. Anagold altın firması, işçi alımı başlattığını duyurdu. ‘Faaliyete başlayacak mısınız?’ sorusuna, ‘Havuz oluşturuyoruz, başlarsak çalıştıracak işçi yok’ açıklaması yaptı” hatırlatmalarında bulundu.
Açılan davada sanıkların, “Taksirle çevreye zarar verme” ve “Taksirle ölüme sebebiyet verme” suçlamasıyla yargılandığını anımsatan Altaş, hala sorumluların belli olmadığını kaydetti. Altaş, davanın 2 Eylül’de gerçekleştirilecek 3’üncü duruşmasına katılım çağrısı yaptı.
‘İŞGAL YASASINA HAYIR’
Hatun Esen de “Maden Yasası”nın toplumun önüne çıkaracağı sorunları sıraladı. Ülkenin dört bir yanında maden sorunu olduğunu dile getiren Hatun Esen, “Sermaye sahiplerinin çıkardığı madenlerden sonra, bize çöp yığını bırakıp gittiler. Devasa çukurlar, zehirli atıklar… Bu madenler yüksek yerlerde olduğu için sularımızı zehirliyorlar. Licik madeninin Fırat’a ne kadar zarar verdiğini biliyoruz. Sermaye sahipleri sanki bakkaldan bal alıyor gibi ÇED raporları alıyorlardı, bundan sonra ÇED’e de gerek kalmayacak. Doğamızla birlikte sürekli bir baskı altındayız, yok etme politikalarıyla karşı karşıyayız. Bu topraklar bizim geçmişimizdir, geleceğimizdir. Buraya bir kazma vurulursa, topraklarımız kalmayacak. Dêrsim halkının toprağını madencilere vermeyeceği bilinmeli. Ülkemizdeki madenleri kapatsınlar. Altın gereksinim değildir. Biz susuz kaldığımız zaman altın mı yiyeceğiz? Hem Dêrsim’de hem de ülkemizin her yerinde işgal yasasına hayır diyoruz, topraklarımızı vermiyoruz” ifadelerini kullandı.
MADEN KANUNU
AKP’nin Orta Vadeli Program’la Maden Yasası çıkardığını dile getiren Sedat Başkavak da, “Maden Yasası’nı getirmiş ve ‘madencilik kamu yararı’ diye de karşımıza koymuş. Bunu bir kanun çerçevesinde söylediğimizde artık bizlerin madencilik faaliyeti ya da ilk doğa talanında ‘Burada kamu yararı yok’ dediğimizde, itiraz ettiğimizde artık ‘Yasa var, bunlar kamu yararı’ diyorlar. Bizim ilk silahımızı elimizden aldıkları bir sürçle karşı karşıya kalıyoruz. Maden Kanunu’nun gerekçesine yatırım güvencesi diye bir şey koydular. Maden tekelcileri bir güvenceye sahip olmalı, devlet güvencesi. Ormanları da Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü’ne verecekler. Görevi maden olan bir müdürlüğün ormanları koruması mümkün mü” diye sordu.
‘TOPYEKUN MÜCADELE’ VURGUSU
Dêrsim’in, ülkenin bütün meralarının, yaylalarının maden şirketlerinin hizmetine sunulduğunu sözlerine ekleyen Başkavak, “Dolayısıyla bu yasa bütün alanları maden alanı olarak karşımıza çıkarmış oldu. ‘Kamu yarar var, madenler yerin altında mı kalsın?’ diyorlar. 2004 yılından bu yana gayri safi milli hasıladaki payı yüzde 1, yüzde 1,2 arasında. Peki, ne kadar altın çıkarılmış. 2004 yılında 5 ton altın çıkarılmış, 2022’de 42 ton altın çıkarılmış ama gayri safi milli hasıladaki payı yükselmemiş. Bütün ülke maden sahası haline getirilmişken, Dêrsim’in yüzde 60’dan fazlası maden sahası haline getirilmişken, 150’ye yakın şirket burada faaliyet yürütürken, topyekun mücadeleyi örgütlememiz gerekiyor. Tüm bu saldırılara karşı mücadele etmemiz gerekiyor. Türkiye’de bu işlerin en belirgin tartışıldığı yerlerden biri Balıkesir Balya’dır. Kanarya ve bülbüllerin 3 gün yaşayamadığı bir yer haline gelmiş. 20 yıldır çalışmayan bir madenin bugün hala kanarya ve bülbüllerin 3 gün yaşayamadığı bir alan olarak duruyor. Buna karşı güçlü, politik mücadeleyi örgütlememiz gerekiyor” şeklinde konuştu.
Konuşmaların ardından, “Ekolojik tahribat” başlıklı 2’nci oturuma geçildi. Dêrsim Dernekleri Federasyonu (DEDEF) Kadın Meclisi Temsilcisi Gamze Yentür’ün moderatörlüğünde gerçekleştirilen oturuma, Mühendis ve Mimar Odaları Birliği’nden (TMMOB) Dersim Gül ve Polen Ekoloji Kollektifi’nden Ziraat Mühendisi Umut Şener, konuşmacı olarak yer aldı.
İKLİM VE TORBA KANUNU
İlk olarak konuşan Dersim Gül, “AKP iktidarını adını koyduğu şeyler genelde hoş şeylerdir, güzel isimlerle paket sunarlar ama bu paketler çok farklı sonuçlara neden olur. Koruma adı altında yaptıkları şeyler genelde tahribat etmeye yönelik içerikler barındırıyor. Dolayısıyla biz buralara müdahale etmeye çalışıyoruz. İçerisinde bulduğumuz ayda mecliste 2 kanun geçti. İklim Kanunu ve Torba Kanunu. Bu iki kanun önemli bir zinciri son dönemde tamamlayan yasal adımlar olarak çıktı. Biz bu iki kanuna da karşı çıktı. Toplum çok ciddi direnç gösterdi. Ama maalesef sürece engel olamadık. Bu kanunlar geçti. Bu kanunlarla Türkiye’de hem bizim anayasamızda koruma altına alınmış olan ormanlar, meramalar koruma statülerinin delinmesine yol açacak bir mekanizma açılmış durumda. Meralar koruma altında yasal olarak ama bu yasalarla ‘RES mi yapmak istiyorsunuz, madencilik faaliyeti mi yapmak istiyorsunuz. Gelin yapın, sizin yapacağınız talana garantörüz’ dendi. Bunun acilen AYM tarafından bozulması gerekiyor. Ülke topyekün saldırılarla karşı karşıya. Demokratik kitle örgütleri, dernekler, siyasetçiler, halk olarak birlikte tahribatın, talan sürecinin önüne geçmemiz gerekiyor” diye ifade etti.
Umut Şener de, yaşama dair bütün hakların savunulabilmesinin tek koşulunun bu saldırılara karşı, sermayedarlara karşı direnmek olduğunu vurguladı. Umut Şener, “Biz karşı çıktığımızda, engellemeye çalıştığımızda devlet her şeyiyle bizim karşımıza dikilecek, biliyoruz ama buna rağmen ayaktayız. Oturmamız, bu işi boşa çıkarmadan eve gitmememiz gereken bir dönemdeyiz. Yoksa bütün haklarımızdan koparılacağız” diye belirtti.
Panel soru-cevap kısmının ardından devam etti.
Festival, “Ortadoğu’daki gelişmeler, Kürt sorunu barış ve demokratik çözümü” başlıklı panelle devam edecek.