HABER MERKEZİ - KCK Yürütme Konseyi üyesi Mustafa Karasu, “Önder Apo’nun muhatap alınması gerekiyor. Önder Apo’nun konumu herhangi bir konum değildir. Önder Apo’ya doğru yaklaşılmazsa, Önder Apo’nun mevcut konumu değişmezse bu süreci nasıl geliştireceğiz, nasıl yürüteceğiz. Bu açıdan ölçüdür" dedi.
KCK Yürütme Konseyi üyesi Mustafa Karasu, Medya Haber TV’de yayınlanan özel programda Gazeteci Kadir Hürdoğan’ın sorularını yanıtladı. Konuşmasına Rıza Altun’u yıl dönümü dolayısıyla anarak başlayan Karasu, Asrın Hukuk Bürosu avukatlarının 6 yıl sonra İmralı’ya ziyareti, Meclis'te kurulan komisyonun Abdullah Öcalan ile görüşmesi ve Meclis'in açılmasına dair önemli değerlendirmelerde bulundu. Karasu, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın muhatap olduğunu belirterek, özgürlüğünün sağlanması gerektiğini söyledi.
RIZA ALTUN’U ANLATTI
Sözlerine PKK’nin 12’nci kongresinde yaşamını yitirdiğini açıklanan Rıza Altun’u ölüm yıldönümünde anarak konuşmasına başlayan Karasu, şunları söyledi: “Yıl dönümünde Rıza arkadaşı saygıyla, minnetle anıyorum. Rıza arkadaşla bizim mücadele arkadaşlığımız çok yakındı. Birçok alanda birlikte çalıştık. Rıza arkadaş Ankara’da şekillenen Apocu gruba ilk katılan arkadaşlardan biriydi. Tuzluçayır’dan Apocu guruba katıldılar. Sadece Rıza arkadaş katılmadı, Rıza arkadaşın etkisiyle Tuzluçayır’dan birçok arkadaş katıldı. Başlarda Ali Doğan Yıldırım, şehit düştü. Şahin Kılavuz, şehit düştü. Doğan Kılıçkaya arkadaş vardı, şehit düştü. Böyle Tuzluçayır’dan bir grup arkadaş katıldı. Rıza arkadaşın etkisiyle katılan arkadaşlardı. Onlarda bir nevi Rıza arkadaşa katılmış arkadaşlardı. Rıza arkadaş gerçekten insan ilişkileri çok etkileyici, insanları etkileyen, hemen kendi etrafında toplayan bir özelliği vardı. Gerçekten bazı özellikler her insanda bulunamaz. Rıza arkadaşta bu özellik çok güçlüydü. Bu da Rıza arkadaşı öncü kadro yapıyordu, bir öncü kadro haline getirdi. Tuzluçayır’da da iki çalışmaya katıldı. Sonra hemen birlikte Antep’e gittik. Benle Doğan Kılıçkaya Antep’e gittik. Daha sonra kısa bir süre içinde Rıza arkadaş da Antep’e geldi. 76’nın sanıyorum Eylül ayıydı geldiği zaman. Bende Temmuz ayında gitmiştim. Antep’te de uzun yıllar birlikte çalıştık. Tabii Antep’teki faşistlere karşı hem mücadelede önemli rol oynadı hem de Antep’te gençliğin, işçilerin örgütlenmesinde Rıza arkadaşın da önemli etkisi oldu. Örgütleyici, etkileyici bir arkadaştı. İlkokul mezunuydu ama Tuzluçayır’da siyasal mücadeleye katılmıştı, zaten Ankara’da devrimci hareketlerin, siyasal mücadelenin en yoğun olduğu yer Tuzluçayır’dır. Tuzluçayır devrimci bir mahalleydi. Zaten küçük Moskova diyorlardı Tuzluçayır’a. Böyle bir yerden yetişmişti. İlkokul mezunuydu ama derler ya çekirdekten sosyalist olan, yetişen ve daha sonra kendisini de ideolojik, teorik olarak çok yetiştiren… Hiç kimse Rıza arkadaşın ilkokul mezunu olduğuna inanmazdı. Mutlaka üniversite mezunu derlerdi ya da üniversite okumuş bir arkadaş derlerdi. İdeolojik, teorik olarak da derinliği vardı, gücü vardı. Mücadelenin bir çok alanında çalıştı. Hep başarılı olmuştur. Rıza gittiği yerde mutlaka aldığı görevi başarıyla yürütmüştür. Çünkü örgütçü, etkileyici, toparlayıcı yanı var. Kadroyu da etkiler, halkı örgütler. Bu yönüyle çok önemli mücadeleye katkıda bulunmuştur. Rıza arkadaş özgün bir kişilikti. Böyle kişilikler kolay yetişmiyor. Farklı özellikleriyle mücadeleye renk, zenginlik, güç kattılar. Arkadaşlar değerlendirilir ya. İşte Kemal Pir tarzının, kişiliğinin farklı bir versiyonuydu. Kemal Pir devrimci özelliklerini üzerinde taşıyan biriydi. Büyük katkılar oldu. Sadece kendisi katılmadı. Ailesi de mücadeleye katkıda bulundu. Kardeşi şehittir, iki yeğeni şehittir. Böyle mücadeleye sadece kendisi katılan değil, çevresini de kattı. Bir nevi Tuzluçayır’ı harekete kattı Rıza arkadaş. Bu yıl dönümünde Rıza arkadaşı anıyorum, ortak anılarımız çok fazla. Mücadele ortaklığımız çok fazla. Zaten örgüt yönetiminde de sürekli yer aldı, birlikte örgüt yönetiminde çalıştık. Bu mücadeleye katkıları oldu, unutulmayacak, her zaman değerlendirilecek. Onun anısını, mücadelesini, özgürlük mücadelesini yaşatacağız. Bu arkadaşların özlemlerini mutlaka başarıya ulaştıracağız. Rıza arkadaşın şehadet yıl dönümünü değerlendirirken 24 Eylül 96’da Diyarbakır zindanında kalaslarla kafaları parçalanarak şehit düşen yoldaşları da saygı ve minnetle anıyorum. Bunlar aslında zindan direnişimizin sembol isimleridir. Diyarbakır zindanında bu arkadaşların şehadeti onların duruşuyla gerçekleştiriliyor, onların duruşuna karşı böyle bir saldırı yapmışlardır ve arkadaşlar gerçekten vahşice katledilmişlerdir. Bu yönüyle bu arkadaşları da her zaman anmak, onları da mücadelemizin çok büyük değerleri olarak… Sadece zindan direnişi olarak değil, özgürlük mücadelecileri olarak hatırlamak önemlidir. Bu yönüyle onları da anarken halkımızın da böyle yoldaşların direndiğinin, kafaları parçalana kadar da özgürlük mücadelesinden, inançlarından vazgeçmediklerini bilmeliler. Özcesi özgürlük hareketi, PKK hareketi böyleydi. Böyle bir inanç hareketiydi. Bu vesileyle bunları da hatırlamak bizim için önemlidir” dedi.
‘ÖNDER APO’YA DOĞRU YAKLAŞILMIYOR’
Asrın Hukuk Bürosu avukatlarının 6 yıl sonra Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ı ziyaret etmesine dair de konuşan Karasu, “Avukatların görüşmesi aslında normal bir görüşme. Her hangi bir süreç ya da siyasi karar nedeniyle görmemek gerekiyor. Tabii böylesi bir süreçte gerçekleşti, yıllardır olmuyordu, bunu önemsemek lazım ama Önderlikle görüşmeleri artık böyle ele almak doğru değil. Devlet Bahçeli, ‘Örgütünü feshetsin, gelsin Meclis’te konuşsun’ dedi. Önderlik PKK’nin feshi talimatını verdi, silahlı mücadelesinin durdurulmasını istedi ve bizde önderliğimizin talimatlarına uyarak, gereklerini yerine getirdik ama Devlet Bahçeli’nin söylediği gereklilikler yerine gelmedi. Yerine gelmesi gerekiyordu. Biz nasıl gerekleri yerine getirdiysek, AKP-MHP hükümetinin de yerine getirmesi, önderliğin ‘umut hakkı’nın gerçekleşmesi, özgür çalışır hale gelmesi gerekiyordu, bu olmadı. Eğer buna süreç diyeceksek, Devlet Bahçeli bunu söyleyerek, böyle bir sürecin başlatmasına zemin olduysa… Çünkü Devlet Bahçeli böyle bir açıklama yaptı, önderlikte buna cevap verdi. Önderlik üzerine düşeni yaptı. Şimdi, ‘Kürt sorununu çözeceğiz, onlardır yıl süren sorunu çözeceğiz, şiddet sorununu çözeceğiz’ deniyor ama bu mücadelenin merkezinde olan Önder Apo’ya hala tecrit uygulanıyor. Buna tecrit demek lazım. Evet görüşmeler oluyor, bazen heyetler gidiyor ama bu böyle bir sürecin gelişmesini sağlayacak görüşmeler değildir. Bu yönüyle bir yıl oldu ama Önder Apo’nun özgür ve serbest çalışır ve çeşitli kesimlerle görüşme durumu gerçekleşmedi. Bunu biz bu sürece doğru yaklaşılmadığı biçiminde ele alıyoruz. Önder Apo her hangi bir kişi değil ki. Her hangi bir kişi olarak yaklaşılamaz. Ya da Önder Apo’ya her hangi bir kişi gibi yaklaşarak bu sürecin gelişmesi sağlanamaz. Bu bakımdan eğer gerçekten hükümet, AKP iktidarı, devlet Kürt sorunun çözümünde, Türkiye’nin demokratikleşmesinde, Türkiye’de on yıllardır süren çatışma ortamını tümden sonlandırmak istiyorsa, bir daha geri dönülmez biçimde çözmek istiyorsa o zaman Önder Apo’ya yaklaşımın değişmesi gerekiyor. Önder Apo da ‘Benim konumu doğru ele alın’ diyor. Önder Apo da kendisine yaklaşımdan memnun değil. Böylelikle güven vermiyor. Önder Apo her türlü güven verici, gerçekten süreci geliştirmek isteyen yaklaşımı gösterirken, AKP iktidarının böyle bir yaklaşım göstermemesi gerçekten kabul edilemez. Halkımız da kabul etmiyor, dostlarımız da kabul etmiyor, Önder Apo’ya bu yaklaşımdan sürecin nasıl sonuçlanacağı konusunda bazı kesimlerde kaygılar oluşuyor. Sonrasında diyorlar ki, ‘Süreçle ilgili anket yapmışız, şu kadar destek var, şu kadar destek yok’ vb. şeyler söyleniyor. Şimdi siz bu sürecin önemli olduğunu gösterecek yaklaşım ortaya koymazsanız, tabii ki bu sürecin algılanmasında yetersiz yaklaşımlar ortaya çıkar. Bu açıdan bu yaklaşımın mutlaka değişmesi gerekiyor.
‘ÖNDER APO’NUN ÖZGÜRLÜĞÜ İÇİN DAHA FAZLA ÇABA GEREKİYOR’
Bilindiği gibi önderliğin tecridinin ortadan kalkması, önderliğin özgürlüğü için bir ‘Önderliğe özgürlük’ kampanyası yürütülüyor. 10 Ekim’de başlatılmıştı. Yıl dönümüne giriyoruz. Halkımız her yerde bu kampanyaya destekleyecek, bu kampanyayı güçlendirmek için eylemler yapacak. Zaten bu kampanyayı, önderliğe özgürlük hamlesini en başta da Avrupa ve Avrupa’daki dostlarımız başlatmıştı ve önemli etkide de bulunmuştu. Bu 10 Ekim’de de başta Avrupa olmak üzere Önder Apo’ya özgürlük hamlesinin destekleneceği eylemler yapılacak. Tabii bu eylemlere güçlü katılmak gerekiyor. Bir eksiklikte bu tür eylemlere katılımın yetersiz olması ya da önderliğin özgürlüğünü isteyecek eylemlerin daha fazla geliştirilememesi. Evet eylemler yapılıyor, mücadele ediliyor, Önder Apo’nun özgürlüğü için çaba gösteriliyor ama daha fazla gösterilmesi gerekiyor. Daha fazla gösterilmeli ki Önder Apo’nun özgürlüğü konusunda gelişmeler olsun. Bu konuda adımlar atılmasını sağlayalım. Bu yönüyle önderliğin özgürlüğü de bir mücadele konusu, bir mücadele sorunu. Kendiliğinden oluşacak bir durum değil. Kürt halkının özgürlük mücadelesinde her adım, gelişme mücadeleye sağlanmış, önderliğin özgürlüğü konusunda da yaratılacak gelişme mutlaka mücadele olacaktır. Bu bakımdan 10 Ekim’in yıl dönümünde halkımızı bu hamleyi sahiplenmeye, bu hamleyi güçlendirecek eylemlere katılmaya çağırıyorum.
‘BİR YIL İÇİNDE ÜZERİMİZE DÜŞENİ ÖNEMLİ ORANDA YAPTIK’
Yürütülen sürecin 1 yılına girmesine ilişkin ise Karasu konuşmasına şöyle devam etti: “Gelinen aşama konusunda gerçekten net şeyler söylemek mümkün değil. Hatta Meclis başkanları bile komisyona gitti, konuşurken bu sürecin adının konulması gerektiği yönünde değerlendirmeler yaptılar. Bir süreç olacaksa bunun daha amacının net olması, programının net olması, neler yapılacağının kamuoyu tarafından bilinmesi gerekiyor. Süreçle ilgili her türlü belirsizliğin ortadan kaldırılması gerekiyor. Şimdi hala komisyon var, hala iktidar, ‘Süreci sahipleniyoruz, süreci kardeşlikle sonuçlandıracağız’ diyor ama gerçekten iktidar tarafından çok elle tutulur adımlar atıldığını söyleyemeyiz. Ya da bu süreci geliştiren adımların atıldığını söyleyemeyiz. Şimdi önder Apo’nun attığı adımlar var, PKK’nin feshedilmesi, silahlı mücadelenin durdurulması var. Bunun gündeme konulması, konuşulması, hakkının verilmesi, taktir edilmesi gerekiyor. Şimdi bunun karşısında iktidar hangi adımı attı? Bazı görüşmelerin olması bir adım atıldığı anlamına gelmez. Evet olumlu görüyoruz, küçümsemiyoruz ama bunu bizim attığımız adımlarla karşılaştırıldığında özgürlük hareketimizin attığı adımlar, Önder Apo’nun çağrısıyla yaptıklarımız dikkate alındığında, devletin yaptıkları çok fazla önemli şeyler değil. Önemsiz demiyoruz ama… Ne demokratikleşme konusunda, ne Kürt sorununun çözümü konusunda hatta ne de kamuoyunun bu süreci sahiplenmesi konusunda gerekli şeylerin yapılmadığı açık. Bu bakımdan bir yıllık süreç oldu evet, bir yıldır bir süreç var. Çatışmalar durdu, toplumda da beklenti var. Evet bir gelişme olmadı ama hala beklenti devam ediyor. Hala ne olacak, nasıl olacak yönlü bir tartışma, beklenti var. Bunu böyle belirtebiliriz. Bir ya da iki yıl önceki çatışma durumu ya da o siyasi ortam, o gerilim yok. Bu yönüyle ortamda belirli bir yumuşama var. En azından Kürt özgürlük hareketiyle devlet arasındaki çatışma konusunda yumuşama var. Tabii ki Türkiye’nin diğer sorunları karşısında gerçekten ciddi kaygılar taşınacak durumlar var. CHP’nin belediyelerine kayyım atanması, tutuklamalar… Bunlar da tabii süreci gerçekten zorlatan şeyler yani. Biz süreci geliştirmek istiyoruz. Bu konuda biz de kararlıyız Önder Apo da kararlı ama CHP’ye bu tür şeyler yapıldığında ister istemez çeşitli çevreler sorguluyor. Bir yılın sonunda durum nedir derken, bunu da belirtmek gerekiyor. Bu açıdan bu bir yılın sonunda şunu söylemek lazım: Biz önemli adımlar attık, bunun etkileri oluyor, olacak. Önder Apo’nun düşünceleri, değerlendirmeleri, sorunlara çözüm yaklaşımı kamuoyuna yansıdı. Bu yönüyle Önder Apo’nun PKK’nin, demokratikleşme konusunda, Kürt sorununun çözümü konusunda çok önemli görüşlere, projelere sahip olduğu konusunda toplumda da önemli bir algı, sahiplenme, değer verme gelişti. Bunlar önemli. Yine tabii Ortadoğu’yu da kısmen etkiledi. Yani hala bu süreç takip ediliyor. Her yerde takip ediliyor. Böyle bir etkisi hala var. Bu sürecin sonu ne olacak? Böyle bir beklenti, takip de önemli düzeyde var ama gelinen bir yıllık süreçte çok önemli gelişmeler olduğunu da söyleyemeyiz. Bu konuda gerçekten ciddi sorunlar var. Bir yıl içinde atılması gereken adımlar vardı, atılmadı. Bir yıl az zaman değil yani. Bu tür sorunların çözümünde zaman çok değerlidir. ‘Zamanında çözülmezse provokasyonlar olur, olumsuz durumlar olur, süreç zehirlenir’ gibi değerlendirmeler var. Bunlar doğrudur yani. Tabii en başta bu bir yılık süreçte Devlet Bahçeli’nin söylediklerinin gerçekleşmesi gerekiyordu, bunlar da gerçekleşmedi. Bu ne demektir? Başta söylenenler gerçekleşmedi. Hala ilk sözlerin belirttikleri ortada kaldı. Bu yönüyle bir yılın sonunda isterdik ki daha önemli gelişmeler olsun. Bu istedik, arzuladık, bu yönlü çağrılarımız da oldu ama hükümet ve devlet tarafından bu tür adımlar atılmadı. Bu da ister istemez, biz de, ‘Gerçekten devlet bu sorunu çözmek istiyor?’ mu biçiminde bazı soru işaretleri ortaya çıkarıyor ama biz yine de bu sürecin başarılı olması için çaba göstereceğiz, yaklaşımımız öyledir. Biz partiyi feshettik. Evet feshettik! Önder Apo’nun da ortaya koyduğu gibi artık bu partinin feshedilmesi gerekiyordu. Silahlı mücadeleyi Türkiye’ye karşı bıraktık yani. Bunu laf olsun diye yapmadık. Buna inanarak yaptık. Demokratik siyasetin, Türkiye’nin demokratikleşmesinin en doğru yolu olduğunu, siyasal mücadelenin en doğru zeminin o olacağını düşünerek bunları yaptık. Bu bakımdan biz bu bir yıl içinde üstümüze düşeni önemli oranda yaptık.”
‘DEVASA SORUNU MECLİS ÇÖZEBİLİR’
Meclis'in yeni yasama yılı açılışına dair de konuşan Karasu şunları söyledi: “Meclis önemli bir kurum. Böyle devasa, yüz yıllık sorunu meclis çözebilir. Meclis’in katılımıyla çözülecektir bir sorun. Onun için önderlik 2012-14 yıllarında da sürekli, ‘Meclis devreye girsin, Meclis’te bir komisyon kurulsun, bu konu üzerinde yoğunlaşsın, çözüm için öneriler, projeler ortaya koysun’ dedi. Sorunun Meclis tarafından çözülmesi özellikle isteğiydi. Türkiye halkını temsil eden bir organ. Seçimle geliyor. Meclis’i gerçekten önemsiyoruz. Bir süre önce Meclis başkanları geldi komisyonda konuştu, bunlar neredeyse 50 yıla yakındır Türkiye halkını temsil eden Meclisin başkanlarıydı. Bunlar olumlu konuştular. ‘Türkiye’nin böyle bir sorunu çözmeye ihtiyacı var’ dediler. Böyle bir sorunun çözülmesi gerektiğini vurguladılar, söylediler. Bu aynı zamanda aslında toplumun iradesi, isteği oluyor. Şimdi tabii ki Meclis’in devreye girmesi gerekiyor. Evet, Meclis bir komisyon kurdu, bu komisyonun belirli tartışmalardan, dinlemelerden sonra tabii ki belirli yasaları hazırlaması gerekiyor. En azından demokratikleşme yasalarının hazırlanması gerekiyor. Şu anda Türkiye’de gerçekten demokratik ortam yok. Demokratik bir siyasal ortamdan söz edemiyoruz. Ama bu süreçle birlikte demokratikleşmenin gelişmesini arzuluyoruz. Meclis tabii ki devreye girecek. Zaten Numan Kurtulmuş, ‘Bazı yasalar hazırlayacağız’ dedi. Evet bazı yasaları sanki tartışıyorlar, gündeme getirecekler fakat Meclis bu konuda nasıl bir yasa hazırlayacak? Bu da önemlidir. Şimdi sorun şöyle ele alınırsa; sadece silah elinde olanların durumu ne olacak? Böyle yaklaşılırsa bu sorunu çözmez. Şimdi diyelim silahlar yakıldı, silahlı mücadelenin bırakıldığı da ortaya konuldu, evet Türkiye’de demokratik siyaset yapma iradesi de ortaya koyuldu, evet bu irademiz var. Peki bu nasıl olacak? Terörle Mücadele Kanunu kalkmadığı taktirde, diyelim buradan gidildi Türkiye’ye. Tamam hadi ceza vermediler ama bir hafta sonra hepsi cezaevine girer. Çünkü mevcut Terörle Mücadele Yasası hemen herkesi cezaevine atar. Sadece Terörle Mücadele Yasası değil, başka yasalar da var. Önderlik buna, ‘Demokratik Toplum Yasaları, Özgürlük Yasaları’ dedi. Şimdi, ‘Geçiş yasaları’ deniyor. Bu diyelim silahı bırakanların Türkiye’ye gitmesi… Mahkeme bırakacakmış. Bırakacak da peki nasıl bırakacak? Bu önemli. Yoksa niye silahlarını bırakıp gidecekler Türkiye’ye. Bu bakımdan Terörle Mücadele Yasasının kaldırılması gerekiyor, başka demokratik yasaların ortaya çıkması gerekiyor. Demokratik siyasetin yapılacağı bir ortamın gerçekleşmesi gerekiyor. Böyle olursa o zaman yüz yıllık sorun çözülür, herkes rahatlıkla Türkiye’ye döner. ‘Dağdakiler silahtan sıkılmışta, silahlarını bırakıp gidecek.’ Böyle bir şey yok. Silah bırakmayı şunun için ortaya koydular, silahı şunun için yaktılar: Biz silahları yaktık, silahlı mücadeleyi bırakıyoruz, Türkiye’de bunun gereğini yapsın. Bizim demokratik siyasete katılmamızın gereğini yapsın. Ne yapsın? Demokratikleşme adımları atsın, bu önemli. Yoksa sadece ‘Bir yasa çıkacak, gelirlerse ceza yemeyecekler.’ Böyle bir şey olamazlar. Sadece bununla sınırlı bir yasayla sorun çözülemez. Sorunu çözdük’ denilemez. Böyle bir yasa çıkarıp sonra da, ‘Biz yasa çıkardık, gelsinler, gelmiyorlarsa siyasi mücadele içine girmiyorlar, demokratik siyaset içine girmiyorlar’ denilemez yani. Bu bakımdan bu konunun gerçekten iyi tartışılması lazım. Demokratik siyasal alanında doğru yaklaşması lazım. Sorun sadece birilerinin gelip silah bırakması değil. Ya da şu da değil: Biz başından beri mücadeledeyiz. ‘Tamam gelin ceza verilmeyecek.’ Tamam geldik, bir süre sonra tekrar cezaevine atarsın. Çünkü sorunu çözmemişsin, biz de bu sorunu demokratik, siyasal yollardan çözmek isteyeceğiz, demokratikleşmeden söz edeceğiz. Bizim tutumumuz, sözlerimiz ya da örgütlenme biçimimiz ne olacak? Suç sayılacak. Bu bakımdan kamuoyunu aldatma durumu olmamalı. ‘Bakın biz yasa çıkardık, çıkarıyoruz. Silahlarını bırakıp, gelsinler.’ Bu doğru bir yaklaşım değil. Bu bakımdan bu konunun gerçekten iyi tartışılması lazım. Demokratik siyasal alanında doğru yaklaşması lazım.
DEMOKRATİK ENTEGRASYON VURGUSU
Sorun sadece birilerinin gelip silah bırakması değil yani. Yada şu da değil işte. Biz başından beri mücadeledeyiz ‘tamam gelin Türkiye’ye, gelin ceza verilmeyecek’ tamam da gördük bir süre sonra yine cezaevine atarsın. Çünkü sorunu çözmemişsin. Biz de bu sorunu demokratik siyasal yollardan çözmek isteyeceğiz. Demokratikleşmeden bahsedeceğiz. bizim tutumumuz yada örgütlenme biçimimiz ne olacak, suç sayılacak. Bu bakımdan kamuoyunu aldatma durumu olmamalı. ‘Bakın biz yasa çıkardık, silahları bıraksın gelsinler’ bu doğru yaklaşım değil. Demokratik entegrasyon diyoruz. Demokratik entegrasyon nedir. Kürtler yüz yıldır bu cumhuriyetle bütünleşmediler, ayrı kaldılar. İtiraz ettiler bu uygulamalara, bu kanunlara. Böylelikle Türkiye Cumhuriyetiyle entegrasyon olmadı. Ortak değerler üzerinde birleşme olmadı. Entegrasyon farklı güçlerin bütünleşmesi, ortaklaşmasıdır. Demokratik entegrasyon yasaları derken yüzyıldır dışlana yada mevcut Cumhuriyetten rahatsız olan, mevcut cumhuriyet politikalarını kabul etmeyen Kürtlerin demokratik entegrasyon yasalarıyla TC ile bütünleşmesi olacak yani. Yoksa bu entegrasyon gerçekleşmez. Yüzyıldır Kürtler tutumunu ortaya koydu. Kimliği, varlığı kabul edilmediği takdirde, anadile hakları kabul edilmediği takdirde ben bütünleşmem diyor. Buna karşı, bu ret ve inkara karşı mücadele ediyor. 1 Ekim’de meclis açılacak o zaman bu konunun çok iyi tartışılması lazım. Bir yasa çıkarılacaksa önünün arkasının düşünülmesi lazım. Öyle kurnazca yaklaşımların olmaması lazım. Ciddi ve samimi olunması lazım. Biz diyoruz Türkiye ile demokratik entegrasyon içerisine gireceğiz. Kürtlerin böyle bir Türklerle bütünleşme projesine koymak istiyoruz. O zaman niye Kürtleri, bizi zayıflatacaksın. Biz eğer demokratik entegrasyon içinde olacaksak Türkiye’nin parçası olacağız. Demokratik Cumhuriyet içinde olacağız, o zaman Kürtlerin varlığı Demokratik Cumhuriyeti güçlendirecek. o zaman niyetin en diye ister istemez sorgularız. Bu yönüyle 1 Ekim’de açılacak mecliste yasalar çıkarılacaksa, Meclis tartışacak, Meclisin gündemine girecek tabi. O zaman Meclisin de doğru yaklaşması lazım. bu yönüyle demokratik siyasal alanında çıkacak yasaları doğru yönlendiren, yasaların nasıl olması gerektiğini ortaya koyan bir yaklaşım içinde olması gerekir. 1 Ekim’de açılacak meclis dolayısıyla bunları söyleyebilirim."
AMEDSPOR’A KÜRTÇE CEZA VERİLMESİ PROTESTO EDİLMELİ
Amedspor’a verilen Kürtçe yasağına dair de konuşan Karasu, “Duyduğumuzda gerçekten şaşırdık yani. Hem de böyle bir ortamda Kürt sorunu tartışılıyor, süreç var deniliyor ama bir takımın göğsünde Kürtçe reklam alması ceza konusu yapılıyor. Bu açıktan açığa Kürtçe’ye karşı bir yaklaşımdır. bu aslında Kürt halkına karşı bir yaklaşımdır. Kürt halkının varlığı Kürtçe ile somutlaşıyor. Bir halk diliyle anılıyor. Şimdi zaten yakın zamanda komisyonda anneler Kürtçe konuşturuluyor. Buna da Diyarbakır Barosu başkanı ‘Kürt sorunu budur’ dedi. gerçekten de Kürt sorunu budur. Öyle zihniyet olabilir mi. Amedspor bu reklamı almak için, sponsorunun reklamı sanırım. Onun için başvurmuş. Buna rağmen böyle cezanın verilmesi Amedspor’a değil bütün Kürt halkına, Kürtlere, Kürtçe’ye verilen cezadır. Sorun Amedspor değildir. Herhalde İngilizce yazsalardı hiç vermezlerdi. Bu bakımdan çok ciddi durumdur, düşündürücü durumdur. Tabi ki buna halkımız tepki duymalıdır. Kürdistan’daki 16 baronun tepki göstermesi önemlidir. Bütün Kürt halkı tepki duymalı. Böyle olabilir mi? Yürüyüşler yapılmalı, protestolar yapılmalı bu kabul edilmemeli. Bu yaklaşımı şiddetle kınıyoruz” diye konuştu.
‘ÖNDER APO İLE GÖRÜŞME KONUSU ÖNEMLİ KONU’
Numan Kurtulmuş’un Abdullah Öcalan ile görüşmenin gündemine olmadığını söylemlerine de yanıt veren Karasu, şunları söyledi: “Numan Kurtulmuş gündemimize girmedi diyor, gelmedi diyor. Şimdi böyle olabilir mi? Tarafları yok mu? Kürtler bir taraf değil mi? Kürt sorunu çözülmeyecek mi? Kürtlerin Türkiye Cumhuriyetine demokratik entegrasyonu olmayacak mı? Yada hedeflenen bu değil mi yani? O zaman bu sorunun merkezinde olan Önder Apo ile görüşmeme ne oluyor. Önceden görüşülecek gibi değerlendirme yapıldı. Hatta MHP’li birisi de ‘görüşebilir’ dendi. Şimdi Kürt toplumunun beklentisi budur. Türkiye’nin hassasiyetleri deniliyor. Kürtlerinde hassasiyetleri var. Kürtler özellikle Önder Apo ile bu komisyonun görüşmesini istiyor. Bu açıdan Önder Apo ile görüşme konusu önemli bir konu, herhangi bir konu değil. Hatta sürece ne kadar samimi yaklaşıp yaklaşılmadığının ölçüsüdür yani. Biz bu sürecin gelişmesi için üzerimize düşen ne olursa yapmaya çalışırız. Bazı adımlarda atabiliriz. Ama artık bundan sonraki süreci Önder Apo’nun yönetmesi, yönlendirmesi gerekiyor. önder Apo’nun özgür olması gerekiyor. Daha öncede söyledik bizim yapabileceğimiz fazla bir şey yok. Evet yapacağımız bazı sınırlı şeyler var ama ötesi yok. Bu bakımdan artık Türk devletinin adımlar atması gerekiyor. Bazı somut adımları görmemiz gerekiyor. Önder Apo’ya yaklaşımın değişmesi gerekiyor. Önder Apo’nun muhatap alınması gerekiyor. Önder Apo’nun konumu herhangi bir konum değildir. Önder Apo’ya doğru yaklaşılmazsa, daha doğrusu açık söylüyorum Önder Apo’nun mevcut konumu değişmezse bu süreci nasıl geliştireceğiz, nasıl yürüteceğiz. Bu açıdan ölçüdür yani. Bilmem devlet yetkililerinden bazıları bizim silahlı mücadeleyi bırakıp bırakmadığımız konusunda kendisine göre sorgulama yapıyormuş. Biz Türkiye’ye karşı silahlı mücadeleyi bıraktığımızı açıkça söyledik. Bu konuda hiçbir tereddütte yer verilemez yani. Bu konuda adımlarda attık yani. O zaman Türk devletinin de adımlar atması gerekiyor. En başta da Önder Apo’nun durumunun kesinlikle netleşmesi gerekiyor. Kısa sürede zamana yayılmaması gerekiyor. Böyle belirtebilirim.
BU SORUN MUHATAPSIZ SORUN DEĞİLDİR
İkinci yılında yeni bir sürece girilecekse, ikinci yılda Kürt sorunun demokratik çözümü, Türkiye’nin demokratikleşmesi hızlanacaksa bunda muhatabı kimse ona samimi yaklaşacaksın. Bu sorun muhatapsız bir sorun değil. Sadece Türk devletin veyahut hükümetin ben söyle dedim söyle olsun demesiyle çözülecek sorun değil. Bu bakımdan tamam bizden bazı şeyler bekleniyor. Böyle bir yaklaşım var. Bizim makul olacak şeyler konusunda herhangi bir olmaz gibi katı yaklaşımımız yok ama Türk Devleti’nin kesin bazı adımlar atması gerekiyor. Tek taraflı adımlar olmaz yani. Bunu böyle belirtelim. Hep bizden şu istenecek bu istenecek bu olmaz yani. Kaldı ki bizim isteyeceklerimiz Türkiye2nin hayrına şeylerdir. Türkiye’nin demokratikleşmesi, rahatlaması açısından istenilen şeylerdir. Türkiye’yi zayıflatacak, Türkiye’yi güçsüzleştirecek, Türkiye’yi bölecek, parçalayacak şeyler istemiyoruz. Böyle talepler, önemli talepler değildir. Türkiye’nin demokratikleşmesi ve Kürt sorunun demokratik çözümü talepleridir. Bunu da en iyi biçimde yönetecek, yönlendirecek, pratikleştirecek Önder Apo’dur. Bu bakımdan şuan da Önder Apo’ya yaklaşım yetersizdir. Yanlıştır. Çünkü, evet bazı görüşmeler oluyor, gidip geliniyor ama böyle olmaz. Bununla sınırlı yaklaşım Önder Apo’ya doğru yaklaşım değildir. Halkımızda böyle düşünüyor bizde böyle düşünüyoruz. Bu bakımdan bırakalım görüşüp görüşmemeyi, mutlaka görüşmeleri gerekiyor. Ötesinin de olması gerekiyor. Bir yasa çıkaracaklar şu kişiler bu kişiler bıraksın gelsin silahı yaşama katılsın. Böyle bir yasa Önder Apo’yu dışlayabilir mi? Önder Apo’nun konumunu ortaya koymadan çıkacak yasa ne anlama gelir? Örgüt yönetiminde durumunu ortaya koymayan, netleştirmeyen, kategorileştiren, dışlayan yasanın anlamı yoktur önderliği içermeyen yasanın bir anlamı yoktur. Bunu da özellikle belirtmek istiyorum.”
‘BASINCILIK ANCAK GÜÇLÜ YURTSEVERLİK DUYGULARLA OLUR’
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın, 32. Musa Anter ve Özgür Basın Şehitleri Gazetecilik Ödülleri törenine gönderdiği mektuba dair de konuşan Karasu, konuşmasına şöyle devam etti: “Ben de Musa Anter’i saygıyla, minnetle anıyorum. Biz yeni cezaevinden çıkmıştık o zaman 1992’de. Cezaevinden çıktıktan sonra Ankara’ya gittik. Ankara’da o sırada DEP’miydi HEP’miydi kongresi vardı. Ben gittim kongreye kongredekilere merhaba, selamlaşmak istedim. Ben gittim Musa Anter’de kongrede en ön sırada Üveyş Ana (Üveyş Öcalan) ile birlikte oturuyordu. Önder Apo’nun annesi ile birlikte oturuyordu. Ben gittim Üveyş Ana’nın ellerini öptüm. Musa Anter ile yarım saat kadar sohbet yaptım. Çok coşkulu sohbetti Musa Anter ile yaptığım sohbet. Ben yarım saat 45 dakika kaldım çıktım. 2 gün sonra Musa Anter oradan çıkıyor Amed’e gidiyor ve şehit düşüyor. Bizim mücadelemize inanan, bunun başarılı olacağına inanan bir yurtseverdi. Bir yurtsever demokrattı. Musa Anter gerçekten, geçek br yurtseverdi. Böyle belirtebilirim. Hatta Mehmet Ali Birand Önder Apo ile gidip röportaj yapmıştı, futbol falan oynamıştı. Çok güzel diyordu. Bu kadar ağır siyasi ortak arasında spor etkinliği yapılması çok çok iyidir. O şeyini daha da verimli kılar gibisinden yazılar makaleler yazmıştı. Önder Apo’da 1971 ya da 1972’de sanırım Musa Anter’le tanışmış İstanbul’da. O anlarını da hatırlıyor. Ve Musa Anter’in gerçek bir yurtsever olduğunu ortaya koyuyor. Gerçekten de duygusuyla, duruşuyla, düşüncesiyle böyle mevcut sömürgeciliği, soykırımcılığı kabul etmeyen, buna karşı mücadele isteğiyle dolu olan bir insandı. O bakımdan Önder Apo değerlendirdi, çok önem verdi, taktir etti Musa Anter’in mücadelesini ve yaşamını. Bu vesileyle Önder Apo değer verdi. Basınımız da zaten Musa Anter’e sahip çıkıyor, kendi öncüsü olarak görüyor. Basıncıların da Kürt basıncılarının da böyle değerli bir aydın, yazar, yurtsever, demokrat gazetecinin izinde, onun özlemlerini gerçekleştiren bir tutum içinde olmaları lazım. Basıncılık yaparken güçlü yurtsever duygularla basıncılık yapmak lazım. Çok teknik, mekanik bir basıncılık olmaz. Basıncılık ancak güçlü yurtseverlik duygularla, devrimci duygularla, Kürt halkının özlemleri, Kürt halkının özgürlük tutkusunu yaşayarak basıncılık yapılırsa, doğru basıncılık yapılır. Yapılıyor da. Bu yönlü çok değerli şehitlerimiz var. Bende basında çalışan tüm arkadaşlarımızı, Musa Anter ve Gurbetelli Ersöz izinde çalışmalarını ve bu mücadeleye katkılarını bu düzeyde sunmaları isteğinde bulunuyorum.”
KUZEY VE DOĞU SURİYE'YE SALDIRILAR
Kuzey ve Doğu Suriye’ye dönük saldırıları da değerlendirmelerde bulunan Karasu, "Şunu rahatlıkla söyleyebilirim: Kuzey Doğu Suriye, oradaki özerk yönetim, Suriye’deki istikrarın temelidir. En istikrarlı bölgedir. Toplumsal yapısıyla da, zihniyetiyle de en istikrarlı alandır. Suriye’nin de istikrarını sağlayabilir. Böyle bir model. Araplarla, Kürtler, Süryaniler, Ermeniler, her kesim demokratik bir anlayışta ortak yaşıyorlar, bir birlerine saldırmıyorlar, kavga etmiyorlar. Araplar, Kürtler yıllardır kardeşçe yaşıyorlar. Süryaniler, Araplarla, Kürtlerle kardeşçe yaşıyorlar. Ne inançlardan dolayı ne de etnik kimliklerinden dolayı hiç kimse kimseye düşman değil. Bundan daha değerli bir şey olabilir mi? Şimdi bu sabote edilmek isteniyor. Şu açık; Kuzey Doğu Suriye’ye, Özerk Yönetim’e saldırı, Suriye’yi istikrarsızlığa götürür. Suriye o zaman tehlikeli bir maceraya girer. Şimdi Kuzey Doğu Suriye’deki yönetim 20 bin civarında şehit vermiş. Bunların önemli bölümü de Arap’tır. DAİŞ’e karşı savaşta şehit düşmüşler. Bu bakımdan yine on binlerce yaralı, gazi var. Şimdi böyle bir yere bu tür saldırılar yapmak, açıkça, ‘Ben Suriye’yi istikrarsızlaştıracağım, karıştıracağım. Suriye’de tam olarak istikrar olmamış, bunu alevlendireceğim’ demektir. Herhalde Kuzey Doğu Suriye teslim olacak değildir. On binlerce şehidi olan teslim olur mu? Direnir, sonuna kadar direnir. Bu bakımdan Türk devletinin oradaki politikası da yanlış, Şam’ın politikası da yanlış. Türk devleti oradaki Özerk Yönetim’e sahip çıkması lazım. Suriye’nin demokratikleşmesini istemiyor mu? Türkiye Suriye’nin demokratikleşmesini istiyor mu, istemiyor mu? Suriye’nin demokratikleşmesi de Kuzey Doğu Suriye ile Şam’ın uzlaşmasıyla olur. Eğer uzlaşma derken gidip Kuzey Doğu Suriye Şam’a teslim olamaz ya. Bırakalım diğerlerini, Kuzey Doğu Suriye’deki kadınlar Şam’ın kadın politikasını kabul etmez yani. Bu bakımdan Türk devleti doğru politika izlemeli. Kuzey Doğu Suriye ile Şam’ın demokratik temelde uzlaşması, oraya da demokratik entegrasyon diyelim. Şam’da demokratik entegrasyon yasalarını çıkararak, Kuzey Doğu Suriye’yle genel Suriye’nin demokratik temelde bütünleşmesini sağlamalı. Türk devleti de bu konuda tehdit etmemeli. 10 Mart anlaşması diyor, 10 Mart anlaşması Kuzey Doğu Suriye’nin gidip Şam’a şartsız, koşulsuz katılması değildir. Öyle olsaydı zaten Mazlum Abdi imzalamazdı. Niye imzaladı? 20 bin şehit vermiş, on binlerce gazi vermiş bir askeri gücün komutanı gider Türkiye’nin düşündüğü gibi anlaşmaya imza atar mı? O imzayı Türkiye kendine göre yorumluyor. Öyle olmaz ki. O imza bir nevi Suriye ortak yönetim imzasıdır. Böyle anlamak lazım. Öyle anlaşılmıyor. Şimdi deniyor, ‘Gel katıl, kabul et.’ Öyle olmaz yani. Seçilmiş bir yönetim mi var? Hangi seçimle gelmiş. Tamam askeri güce geldi, Şam devrildi. Tamam Şam’ın devrilmesi iyidir. Fakat sonrası? Bu sefer sakallı baas ortaya çıktı. Eski Baas gitti, sakallı Baas geldi. Bu bakımdan Türkiye’nin politikalarını değiştirmesi gerekir. Biz şu ana kadar izlenen politikaları doğru bulmuyoruz. Ne Suriye’ye faydası olur ne Türkiye’ye faydası olur. Savaşa karşı çıkıyorlar, Erdoğan’da gidip savaş karşıtlığı yapıyor. Bilmem, ‘Gazze’de savaş olmasın’ diyor. Bunları diyorsan o zaman niye Suriye’de savaş kışkırtıcılığı yapılıyor? Doğru yaklaşımlar değil, bu tür yaklaşımların bırakılması gerekiyor” dedi.
‘ERDOĞAN TRUMP GÖRÜŞMESİNDE SONUÇ ÇIKMADI’
Erdoğan ve Trump görüşmesine ilişkin ise Karasu şu değerlendirmelerde bulundu: “Erdoğan ve Trump birbirlerini övdüler. Bu kadar birbirlerini övmek demek bir güvensizliğin, birbirlerinde çok uyulturunu söyleyemeyiz. Demek ki çok anlaşmazlıklar var ki birbirlerine övgü düzüyorlar. Kaldı ki Trump dedi ya ben 7 savaşı bitirdim. Erdoğan dedi ‘nerde bitirmiş öyle bir şey yok’ dedi. Şimdi tabi Türkiye’nin beklentisi şöyle: Erdoğan ve Trump anlaşsın, Suriye’de şöyl yapılsın, Kürtler üzerine gidilsin. Bir nevi Erdoğan Trump görüşmesinde beklenen Türkiye yada dışarıda Krütler üzerine gitmesi. Yada ABD’nin Türkiye'nin yanlış Kürt politikasına destek vermesi gibi beklentiler vardı. Bunların ne kadar olup olmadığını bilmiyoruz. Ama olduğunu düşünmüyorum. Bu çünkü Suriye’yi istikrarsızlaştırır. Bunu ABD yada başka ülkesin isteyeceğini sanmıyorum. Fakat mutlaka bazı konularda eskisinden daha olumlu şeyler olduğu söylenebilir. Yada bazı olumlu anlaşmalar olduğu söylenebilir. ama bu böyle yansıtıldığı gibi çok olumlu, Türkiye’ye çok şey kazandırdığı gibi değerlendirmeler abartılı değerlendirmelerdir. Daha çok yandaş basının değerlendirmeleridir. Öyle yaklaşmamak lazım. öte yandan Şara gitti konuştu. Şara Kimdir? Daha düne kadar terörist deniliyordu. İşte Alevilere yaptıkları ortada, Siweyda’da Durzilere yaptığı ortada, her gün Kürtlere tehdit ediyorlar. Böyle birisi gitti BM’de konuştu. Aslında bu çok ilkesel bir durum değil. Çok politik bir durum. Hiçbir ilkeye sığmayan bir yaklaşımla Şara’yı BM’ye çağırdılar. Evet, Suriye bir devlet ise onun başkanı da BM’de konuşabilir ama geçmişte konuşturmadılar Esad’ı. Şara şimdi gerçekten devlete hakim mi, oradaki halkları temsil edebiliyor mu. Evet Şam adına gitti ama Suriye’yi ne kadar temsil ediyor. Gerçekten bunlar sorumlu. Bir yönüyle bu BM toplantısı bir şova dönüştü. İlkelerin olmadığı, birilerin gelip şov yaptığı yer haline geldi. BM'nin böyle olmaması lazım. BM zaten birçok açıdan işlevsizleşti. Zaten Trump BM’ye gitti konuştu onları eleştirdi. Şunu bile söyledi: ‘İklim krizi nedir, uydurmadır’ dedi. BM’nin geldiği hale bakın. Dünyanın en büyük askeri, siyasi, ekonomik gücü olan devlet kalkıp dünyanın en temel sorunu olan, insanlığın sorunu olan iklim sorunu olan iklim konusunda uydurma diyor. Bu bile sorunlara nasıl yaklaştığını ortaya koyuyor. Bu bakımdan BM’deki durum insanlığa çok umut vermedi. Biz Erdoğan ve Trump görüşmesinde çok fazla sonuç çıktığını düşünmüyoruz. Biden zamanında çok gerilimdi. Şimdi artık o gerilimden biraz çıktılar artık konuşur, bundan sonra tartışılır hale geldiler.”